
«Lâilâheillallah» en büyük ve en yüksek kaledir. Tevhîd ilmi de Mevlâ’dır. Kim o sağlam kaleye girerse muhakkak o, ebedî ni’met ve sonsuz saadet kazanır. Kim onunla korunmaktan kaçınırsa; şüphesiz o, ebedî azâb ve sonsuza dek bedbaht olmayı hakeder. Madem ki, sana göre bu kelime-i tevhîd kalbin dâiresine bir kale teşkil etmemiş ve senin ruhun da bu dâirenin merkezi olmamış ve bütün gücünle, nefsin uçarılıklarının bu kalb dâiresinin merkezine girmesine engel olamamışsın, öyleyse sen bu sağlam burçlarla çevrili kalenin dışındasın demektir ve ruhun o kaleye girememiştir. Ve yalnızca o yavan telaffuzla bir fayda kazanamamışsındır. Öyleyse düşün, bu kelime-i tevhîd’ten senin payın ne! Eğer onun yavan bir teleffuzla değil, ruhu ve mânâsı nasibin olmuşsa, bil ki; iki cihan saadeti senindir. İsminin, fazîlet topluluklarının ismiyle ve Alah Dostlarının defterinde olduğunu bil! Eğer ondan nasibin, yalnızca, dilin o yavan tekrarından ibaretse, o münafıkların işi ve onların hazzıdır. Kaleyi yalnızca dil ile anmak, düşman hücumundan kurtarmaz insanı. Nitekim kılıçtan bahsetmek hiçbir zaman kesmez. Yani, bu kelime-i tevhîd tam anlamıyla, rüh – ceset gibidir. Mânâsı olmaksızın ölü bir cesedten farksızdır. Cansız cesedten nasıl bir fayda gelmezse, mânâsı olmaksızın söylenen tevhîd kelimesi de sığınılacak bir kale teşkil etmez. Öyleyse, fazîlet âlemine yükselmiş olanlar bu kelimeyi hem şekli hem anlamıyla birlekte almışlardır. Sureti ile dışlarını, mânâsı ile de içlerini süslemişlerdir. Böylece, onunla iki cihan saadetini bulmuşlardır.
Madem ki «Lâilâheillallah» diyorsun ve bunun yanında da aile efradınla meşgul olup mal ve hanelere iltifat ediyorsun, öyleyse onu gönülden söylemediğin gerçektir. Zira, hâlin ifâdesi, dilin ifâdesinden daha açıktır. Eğer »Lâilâheillallah» ifâdesinin mânâsının kalbinde bir etkisi varsa, niçin falana yaslanıyor, filandan bir şey bekliyor, filancadan rica ediyor ve feşmekandan korkuyorsun? Madem ki, «Lâilâheillallah» diyorsun, niçin yaratılmışlarla ile dostluk kurmaktasın? Ne sen onunsun, ne de o senindir. Zira, «Kim kendini Allah’a adarsa, Allah da kendini ona verir,» denilmiştir. «Bize boyun eğdiler, Biz de onları koruduk,» Duyurulmuştur.
Ne zaman «Lâilâheillallah» der de, sadece söz, dilinden ibaret olur ve kalbinde bir izi olmazsa, korkulur ki, münafıklar zümresinden olursun. Eğer onun yeri kalbin ise, gerçekten sen mü’minsin demektir. Eğer onun yeri senin rühunsa, gerçekten sen sâdık bir âşıksın, eğer yeri başınsa, şüphesiz keşfi açılmış bir arifsin.
«Lâilâheillallah» kelimesinde «lâ» harfi öyle bir süpürgedir ki, onunla sırların üzerilerindeki yabancı tozlar silinip süpürülür. Ta ki, «illallah»ın gözüktüğü zemini Arş ve O pâk Zât’ın nazargâhı olmasından, silkinip O’-nun dostluk ve sevgisine lâyık olsunlar. Ve aşk şarabıyla mest olup, ebedî huzurunda kalsınlar.
Nitekim Allah «Ey Dâvûd, bana bir ev temizle ki, oraya tecellimle yerleşeyim» buyurarak, irfanı kazanmanın şartının kalbi tasfiye etmek olduğunu duyurmuştur. Madem ki, yaratılmışlarda gözün kalmıştır. Öyleyse sen, «lâilâhe» ifadesinin her şeyi süpürmesine muhtaçsın. Ne zaman ki, herşeyin sahibini müşahede ile herşeyden uzaklaşırsın ve işte o zaman «lâilâhe» nefyinden (herşeyi silip süpürmesinden) rahat bulur ve «illallah» isbatına kavuşursun. Tekrar Zât’ın ism-i şerîfiyie zevk ve lezzet bulursun. Bundan da, «Allah pes, bakî heves /Allah yeter, gerisi boş» olduğunu bilirsin. Eğer «Lâilâheillallah» saltanatını insaniyet şehrine hükmederse, onun diyarı çevresinde aslâ bencillik hanlarına rastlanmaz ve o şehirde yabancılardan hiç biri de barınamaz. Onunla senin bile sabrın ve kararın kalmaz.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI MARIFETNAME / DEVAMLI ZİKİR