
Şu hâlde uyku, bir nevi hastalıktır. Eğer uyku zevkli bir ni’met olsaydi, elbette Cennet’te uyku olurdu. Fakat Cennet’te uyku yoktur. Öyle ise uyku tamamen bastırmadıkça, ona iltifat olunmaz. Zira, onunla olgunluk ve kemâl elde edilmez.
resulu ekrem buyurdular: «Gözlerim uyur, lâkin kalbim âlemlerin Rabbinden habersiz değildir.»
Şu hâlde, gereğinde uyku, bedene rahatlık verdiği gibi, ruhu da rahatlatır. Nitekim Hakk Teâlâ Kur’ân’da: «Uykunuzu, bir dinleme yaptık,» (Nebe’ Sûresi; 78/9) buyurmuş ve dengeli uykunun vücûd ve rûh için bir rahatlık olduğunu ifade etmiştir.
Uykunun hakikati; gıdaların yaşlığı, kalbin damarlarını gevşetip sıcaklığı da kalple beyin arasında bir engel oluşturması; gönlü de beyinde tefekkür ve icrâât imkânını yitirmiş olmasıdır. Böylece duygular ve uzuvlar da his ve hareketten düşer ve beden, kalb yerine ciğer damarlarıyla beslenip, hacmini genişletir. İşte herkeste oluşan uyku, bedenin bu hâlinden ibarettir. Yaşlık ve gıda, uykuya sebep olduğu için çok içmek, ağır uykuyla sonuçlanır ve oluşan balgamla insanın gafleti ve unutkanlığı artar.
O halde, eğer uyuyanın kalbi nefsin ağında ise kişi kendi olgunluğunu kazanmaya yönelmekte tembellesin Âlem-i Berzâh’da haps edilip karışık rüyalar ve kâbuslarla başbaşa kalır. Eğer uyuyanın gönlü nefisten kurtulmuş ve bağımsız kalmış ise, o kişi Berzâh’tan geçip, kendi ülkesine, İlâhî huzura yükselip asla uyumaz. Bedenin uykusu böyle kalbi tem-belleştirmez. İ’tibâr ve yükselişten bir an bile boş kalmaz.
Uyku, tembellik ve gaflettir. Rûhânî uyku, Mevlâ’nın huzuruna yükselmektir. Cahilin uykusuysa, bir nevi ölümdür. Arifin uykusu zihni açarken avamın uykusu perişanlık ve dert oluşturur. Havasın uykusu tam bir muhabbettir. Olgunlaşmamış adamların uykusu vakit geçirmek, olgunla-rınki, ise öz itaattir.