
«Nefs için dört ev vardır. Birincisi hepsinden dardır ki, ana rahmidir. İkinci ev, dünyadır. Üçüncüsü, berzah âlemidir. Dördüncü ev, ruhlar âlemidir. Her bir evin başka bir hükmü ve bir sânı vardır.»
«Dünyada ölümün benzeri, rahimde cenînin hâlidir. Nitekim cenîn, doğum anında rahimden dünyaya gelmek istemez. Bunun gibi mü’min, ölümden yakınıp, ölmek istemez. Nitekim çocuk, ana sütünde lezzet ve ünsiyet bulduğunda, bir daha mekanına gitmek istemez. Bunun gibi mü’min Mevlâ’sına kavuştuğunda bir daha dünyaya dönmek istemez. Nitekim doğumla çocuk, o dar ve karanlık yerden, bu geniş ve aydınlık yere çıkışından sonra, o kokuşmuş yeri unutur. Bunun gibi mü’min, ölüm ile bu dünya evinden o yüce eve yükselişinden sonra, bu aşağılık evi unutur gider.»
ÖLÜMÜN HAKİKATİ
İnsan ölümünden önce dünyadaki hali çabuk sona erer. Ölümünden sonraki durumları ise âhirettir ki, sonsuzdur. Dünyaya getirilme sebebi ise, insanın ebedî devlete ulaşmaya vesile olmasıdır. Bu devlet ve saadet ki, erdemil olmak ve Allah’ın güzelliğini idrâk etmektir. Basiret gözü açık olmadan insan başarılı olamaz. Basîret gözü de illâ ki, âleme ibretle bakıp, yaratıcının san’at ve hikmetini her nesnede düşünüp, hatırlamadan açılmaz; iç ve dış duyular olmadan, ibret bakışı, san’at seyri ve hikmet anlayışı olmaz. Şu hâlde on his, âlemin yaratıcısının tanınmasına açılan kapılarıdır. On hissin yeri, insan bedenidir.
Hakk Teâlâ, insan bedenini onun için dört farklı tabiattan yaratmıştır ki, idrâk sâhibleri, bedenin geçiciliğini bilip; bu sonlu dünyadan kaçıp, devamlı kalacakları âleme gitme gayretinde olsunlar. Beden pisliğinden temizlenip, iç huzuru bulsunlar. Zira insan bedeninin her hâl ve durumda, his ve hayvanî rûh kuvvetlerinin hepsi sonlu ve geçicidir. Ama insanın hakikati olan insanî ruhtur ki, ona gönül derler. O Rabbanî iş, yaratıcının tanındığı araçtır. O, rûh bakidir ki, hiçbir zaman yok olmaz. Ebedî kabul edilir. O bakî rûh, bu fânî cisimden ayrılır ki, o ayrılma hâline ölüm denir.
O halde, insanın hayvanî ruhu, kalbine hakim ve galip oldukça o kimse nefsine yenik düşmüştür, bu yüzden ölümden korkar ve kaçar. Çünkü hayvanî ruh, mülk âleminden olup, o bu durumu sever ve arar. Şu halde nefsine düşkün kimse, dünya hayatına eğilimlidir. Mal ve menfaatlerine düşkündür. Çünkü ilâhî yardım ile insanın ruh ile kuvvet bulup, hayvanî ruh üzerine hakim olur. O ruhsal erdemliliktir ki ölümü candan ister. Zira insanî ruh melekût âlmindendir. O, asli vatana meyil ve rağbet eder.
Şu hâlde, rûhânî olan olgun kişi, ebedî hayatı ister ve sever. Cihanın ebedî devlet ve saadetine doğru yol alır ve sonunda sahip olur bu uzaklık ve ayrılık âlminden yüz çevirip kaçar ve ölüm yolu ile, yakınlık ve vuslat âlemine yaklaşır. Yakınlık vesîlesi olan ölüme, sevgi duyarak daha da yaklaşır. Nitekim bir kâmil demiştir ki:
Benim mesleğim nefsin kemâlini elde etmek oldu Benim mesleğim aşk şarâbından başkası değildir Vaktâ ki ruhun ebedîliği bana açık oldu Artık ölümden yana asla endîşem kalmadı
Hazreti Ali (Allah ondan razı olsun) buyurmuştur ki: «Uzun ömür, rûhlara azabdır. Ölüm ise rahat ve genişlemedir.» Bir kimse, kâmil bir arife demiştir ki: «Ben, senin ömründen ancak bir sene kaldığını rüyada gördüm.» O kâmil, bu sözden ağlamış ve gücenmiştir. O zaman o kimse sormuştur: «Ey şeyh, elbette senin dünya hayatına hiç itibârın yok iken, bu ağlamak nedendir?» O kâmilin cevâbı ise: «Ey oğul, ben her gece ölüm arzusuyla ve ölüme niyet derek uyurdum. Şimdi korkum şudur ki, eğer bu rüya sâdık bir rüyaysa, ben bu külhanı bir sene daha nasıl beklerim ona ağlarım. Zira aydınlık cân cihanı var iken, beden cihanının külhanı çekilmez,» demiştir.
marifetname sh145